Cinayetlerin konu olduğu gerçek suç temalı belgeselleri izlemeyi seviyoruz, sırf korkmak için korku evlerine gidiyoruz, korkunçlu varlıkların yer aldığı filmleri izliyoruz, Cadılar Bayramı günü ürkütücü kostümler giyip makyajlar yapıyoruz, korku temalı oyunlar oynuyoruz, kampta tüyler ürpertici hikâyeler anlatıyoruz, hatta bazı ülkelerde müzeye çevrilmiş suç mahallerini ziyaret edenler bile var. Kısacası hiçbir zaman içinde bulunmak istemeyeceğimiz şeylere tuhaf bir merak ve ilgi besliyoruz.
Bu ilgimiz, bilim insanlarının da kafasını uzun süredir karıştıran bir mesele. Araştırmaların şaşırtıcı sonuçlarına göre korkuyu deneyimlemeye olan merakımız, evrimsel geçmişimizin derinliklerine kadar uzanıyor! Üstelik bize fayda bile sağlıyor. Peki nasıl?
Darwin, korkuya ilgi duyma olgusunu incelemek için ilginç bir deney yapmıştı.
Darwin, Londra Hayvanat Bahçesinde, içinde yılan bulunan bir çantayı maymunların olduğu kafese koydu. Maymunlardan biri, dikkatlice çantaya yürüdü, içine baktı ve çığlık atarak kaçtı. Bunu gören başka bir maymun, çantaya doğru yürüdü ve aynısını yaptı. Sonra başka bir maymun, sonra başka bir maymun derken birçok maymun aynı şeyi yapıyordu.
Darwin’in tanımıyla maymunlar, “dehşetlerini doyurdu”. Üstelik bu durum, hayvanlar aleminin birçoğunda var. Örneğin bazen, yırtıcı bir hayvanla karşılaşan daha güçsüz bir hayvan, katili olacak yırtıcıya yaklaşıp ona bakabiliyor.
Korkunç olayların, oyunların, deneyimlerin üstesinden gelmemiz; yaşadığımız rahatsız edici dünyada ortaya çıkan zorluklarla yüzleşmemize yardımcı oluyor.
Bize zarar verebilecek şeylere duyduğumuz hayranlık, yüzleşmediğimiz tehlikeleri öğrenmenin ve bunlara verilecek tepkileri prova etmenin tek yolu. Soğukkanlılık kazanma, sürpriz bir durum ve belirsizlik karşısında uyum sağlamayı öğrenmek; temel bir evrimsel işlev.
Tehdit edici durumları simüle eden oyunlara katılmak, kaplan ve kurt yavruları gibi küçük memelilerin hızlı bir şekilde hareket ve duygusal denge kazanmalarına yardımcı olur. İşte bunu, insanlar da yapıyor.
Çocukluğunuza doğru bir yolculuğa çıkalım.
Küçük bir çocukken annenizin ya da babanızın ellerini, kollarını bir canavar gibi açarak “Seni şimdi yakalayacağım!” diye eğlenceli bir tehditle peşinizden geldiğini hatırlayın. Korkunun verdiği bir haz vardı! Aynı şey, savunmasız kaldığımız gıdıklanma için de geçerli. Stres altında, saldırıya karşı savunmasız kalmamak için motor kontrollerimizi korumaya çalışma deneyimi yaşıyoruz.
Günümüzde çocuklar için güvenlik önlemlerinin artması, çocuklarda kaygıyı yükseltiyor.
Evet, güvenlik tabii ki iyi bir şey. Ancak bilimsel gerçekleri de yok sayamayız. Son yıllarda çocuklar için heyecan ve korku veren oyunların kaldırılması ya da okul ve park alanlarında güvenliğin yükseltilmesi çocukluk döneminde ortaya çıkan kaygıyı artırıyor.
Çocukların güvenliğini ve hijyenini fazla kontrol etmek, kendileri hakkında bilgi edinme fırsatlarını ve korkutucu/zorlu durumlarla başa çıkma becerilerini köreltiyor. Elbette güvenlik tamamen ortadan kaldırılmamalı ancak biraz olsun bağımsızlık kazanabilecekleri oyunlar oynamalarına fırsat verilmeli.
Özetleyecek olursak…
Bizi korku duygusuna sürükleyen olayların içinde bulunmaktan tuhaf bir şekilde zevk almamızın sebebi, dünyadaki ürkütücü diğer olaylarla başa çıkmamız için bir “prova mekanizması”.
Üstelik bunu sadece insanlar olarak biz değil, hayvanlar da yapıyor. Ne kadar “gelişmiş” canlılar olursak olalım, ilkel içgüdülerimiz hâlâ var!
İlginizi çekebilecek diğer içeriklerimiz: