Çok erkeksi hareketler sergileyenlere eril enerjisi, daha kadınsı hareketleri olanlara da dişil enerjisi yüksek yaftası yapıştırılıyor. Böyle bir şey olsa da bunun bilimsel olarak gerçek olduğunu söylemek biraz zor. Belki bu içeriği okuyup bizler hakkında da bir yorum yapacak olan grup vardır, onlar gelmeden duruma hemen açıklık getirelim.
Aslında çoğu insan enerjinin ne demek olduğunu bile bilmiyor. Söylenen her şeye inanılan öyle bir dönemdeyiz ki “sahte bilim” de artık bilimden ayırt edilemez bir noktaya geldi. Her şeyden önce şunu sormak gerekiyor: İnsan vücudunun bir “enerji alanı” var mı?
Vücudumuz ısı üretiyor ve belirli bir kütleye sahip, içerisinde sıvılar dolaşıyor ve milyonlarca elektrik sinyalini sinir sistemimiz aracılığıyla taşıyor.
Hâl böyleyken neden bu fiziksel özelliklerin bir araya gelerek bir “enerji alanı” oluşturmadığını düşünmeyelim ki? Madem enerji ve alan kavramları üzerine konuşuyoruz, öncelikle bu terimlere bir göz atalım.
Enerjiyi bir işi gerçekleştirme kapasitesi olarak tanımlayabiliriz. Örneğin, bir litre benzinin içinde potansiyel bir kimyasal enerji bulunur. Bu benzinin yanması, moleküller arasında yeni bağların oluşmasına sebep olur. Bu da egzotermik bir kimyasal reaksiyonun başlaması demektir.
Eğer bu reaksiyon bir motor içinde gerçekleşirse, kimyasal enerji kinetik enerjiye dönüşür ve motor hareket eder. Bu süreç sayesinde bir litre yakıtın içinde depolanan enerji miktarını ölçebiliriz.
Evet, enerjiyi iş yapabilme kapasitesi olarak tanımlayabiliriz. Ancak popüler kültürde, “enerji” terimi, kendi içinde kullanılabilen bir güç alanını ifade ediyor.
Yani kısaca enerjimizi kendimiz kullanıp yönlendirebilirmişiz gibi bir algı var. Eril ve dişil enerji kavramları genellikle bilimsel bir temele dayanmaz ve çoğunlukla metafizik açıklamalarda kullanılırlar. Bilim, enerjiyi daha ölçülebilir terimlerde ele alır, cinsiyetle ilişkilendirmez. Bu terimler, genellikle geleneksel cinsiyet rolleri ve özellikleriyle ilişkilendirilen, kültürel ve metafizik inançlara dayanan kavramlardır.
Yani üzücü haber, bir insanın davranışlarını ölçerek onun eril ya da dişil enerjiye sahip olduğunu anlamak bilimsel olarak mümkün görünmüyor. Fizikte enerji, iş yapabilme kapasitesini ifade eder ve çeşitli formlarda var olabilir. Bugün ise bizim bildiğimiz enerji kavramı, tamamen cinsiyetle bağdaştırılıyor.
Eril ve dişil enerji için bilimsel bir dayanağın olmadığını gönül rahatlığıyla söyleyebiliriz.
Özellikle Twitter, TikTok gibi sosyal mecralarda bir dalga unsuru hâline gelen bu mevzuya ‘bilimsel’ olarak açıklık getirmek istedik. Bu enerjileri dengede tutmak için bir de uygulanan garip ritüeller ortaya çıktı son yıllarda. Ancak konuya bilimsel açıdan baktığımızda bu kavramlar hiçbir temele dayanmıyor.
Sosyal medya dilinde eril enerji, güç ve analitik düşünce ile ilişkilendirilirken dişil enerji daha çok hassaslık ve duygusallıkla özdeşleştiriliyor. Hatta bir dönem popüler olan tuzlu suyu baştan aşağı dökerseniz dişil enerjiniz artıyormuş, biz öyle duyduk. (!)
Enerji, fiziksel bir olgu olarak iş yapabilme kapasitesini ifade ederken eril ve dişil enerji duygusal niteliklere atıfta bulunuyor.
Bilimin objektif ve ölçülebilir bir dünya görüşü sunduğu bir çağda, eril ve dişil enerji terimleri daha çok duygusal ve spiritüel açıklamalara hitap ediyor. Ancak bu terimlerin kullanımı kişisel tercihlere ve inanç sistemlerine bağlı olarak değişir ve herkes tarafından aynı şekilde anlaşılan standart bir tanımları elbette yok.
Aslında işin içine biraz da toplumsal cinsiyet katılmış diyebiliyoruz çünkü toplumdaki algılar dolayısıyla bazı davranışlar dişilere, bazı davranışlar erkeklere özgüymüş gibi bir durum söz konusu. Bu davranışların da herhangi bir cinsiyeti yok, bu da ayrı bir araştırma konusu.
Bu kavramlar insan ilişkilerini dengede tutmak için kullanılan terimlerdir aslında. Yani işe fizik gibi somut bir bilimle yaklaşmaktan ziyade daha soyut olana yöneliyor insanlar. Gül yağlarını sürünce bir kadının dişil enerjisi artmıyor, beyin küçük bir plasebo oyunu oynuyor insana.
Bu da gerçekten söylenenlerin işe yaradığını düşündürüyor daha sonra. Tabii ki inanıp inanmamakta herkes özgür, biz sadece son dönemlerde sosyal medyada türeyen bu kavramlara bir açıklık getirmek istedik.